MASUMİYETLİK ADINA

Belki de bu yazının nedenlerinden biri de sensindir. Çünkü bilemezsin, hangi davranışının bir insanı ne kadar çok etkileyebileceğini. Acının nereden geleceğini bilemezsin, başkasına acı verdiğini de. Güçlü görünen bir insanın önemsiz sandığın bir şey için geceler boyu savaştığını bilemezsin. Umursamaz biri yaptıklarını takmaz, sanırsın. Kırıldığını belli etmediği için, içinden bir şeylerin koptuğunu fark edemezsin. Günden güne eriyen birini o şikayet edesiye kadar göremezsin. Masumiyetliğim adına bu şikayetimi görebilirsiniz umarım. Sizinle birlikte ayakta duran kişi belki de göremediğiniz bir bastona tutunuyor. Acılarına rağmen ayakta durmak için çabalayan kişinin dermanı tükeniyor. Ve bir tutam yorgunluğuna şikayet edenlerimiz var aramızda. Göremedikleri tek şey baston değil, acılar da dahil. Ağırlığını bilmediği acılara müsamaha etmelerini beklerken, acıyla dalga geçerken buluyoruz onları. Büyüdükçe acılar artarken sanırım merhamet duygusu azalıyor insanlarda. Ve değer verdiği bir şeyi kaybedesiye kadar gerçek anlamda büyüyemiyor insan. Eğlencesine tükettiği nefesin değerini anlayamıyor. Ve tam olarak kaybının değerini dolduramayacağını anladığı an büyüyor. Saatlerce çırpınışlarının bir şey değiştiremeyeceğini, kapanmış bir gözün açılamayacağını anladığı an büyüyor. Şahsen ilk kez sokakta,çaresizce elimden bir şey gelmeyeceğini anladığım anda gerçekten büyüdüğümü hissettim. Büyümek, dünyada kendinden başkalarının da olduğunu fark edebilmekti. Çocukça isteklerin yerine farkındalık geliyordu. Ve o an içimde bitmeyen çığlıklar varken sustum. Başkalarının sessizliğine bir ses eklememek zorundalığıyla sustum. Benim dünyamın sarsılıyor olması, başkalarının dünyasının dengesini bozmaya hakkı yoktu. Ve büyümek tam olarak böyle bir gerçeğin yüzüne vurulmasıydı. Ama sesini çıkarmıyor oluşun, içindeki haykırışları da susturamazdı ki. Eğer bir şeye değer verdiysen onun yerini başka bir şeyle dolduramazdın ki. Ve ben de dolduramadım. Bir kayıba bin kayıp ekleyebiliyordu  onun hayatındaki değeri. Eğer neyi kaybettin diye soracak olursanız onun adına masumluğum derim. Çünkü masumluğum diye seslendiğiniz sevdiğinizi kaybettiğinizde içinizden gerçekten bir parça kopuyor. Bunu kaybetmeyen başka biri ne olduğunu hissedemez. İçinizde bir yerde olan masumluğun yerini arayamaz. Hep içinde olan masumluğu başkasına yüklemenin tarifsizliğini anlayamaz. Ve işte o başkası bir daha açılmayacak üzere gözlerini kapatınca kaybediliyor. Mesela her sinirlendiğimde onun yanına giderdim. Ve onun o saflığı, şuanda çok imrendiğim o canlılığı dindirirdi sinirimi. Dünyada onun kadar saf bir şey varken yanında sinirli duramazdım ki. Sorun şu ki o şimdi dünyada yok. Sinirlenince onun saf görüntüsünü göremiyorum. Sakinleşemiyorum.'Sinirlenmenin, kötü biri olmanın bir anlamı yok.'demenin de bir manası yok. Çünkü hala dünyada bir tek kendilerinin olduğunu sanan insanlar var. Ve daha kötüleri: acıları küçümseyenler. Onlar görebilmelerine rağmen, bastonu itenlerden başkası değil. Görebilmek yetmiyor onlara. Hissedemedikleri duyguya empati yapmaktan yoksunlar. Olgunluğa ulaşmadan önce, başkalarının acılarından beslenen insanlar. Korkarım ki, bu insanları birçoğumuz tanıyoruz. Herkesi bir tutmak gibi çocukça bir davranış sergileyemem. Düşünme kabiliyetine sahip olanlarımız da var aramızda. Ama çocukça davranışlar sergileyerek, acıları küçümseyenler de var. Acısını bastırmaya çalışıp ağlayan kişinin karşısında gülenlerimiz var. Seslensem duyar mısınız, bilmiyorum. Tek duyabildiğiniz oyun sandığınız dünyanın tekerlemeleri. Yazdıklarımı okuyor musunuz, bilmiyorum. Oyunlarınızdan kalkıp başkalarının düşüncelerini önemseyeceğinizi sanmıyorum. Tek bildiğim dünyanın bir oyundan oluşmadığı. Hayatın her zaman şen şakrak olmadığı. Mutluluğuyla hüznü bir bütün oluşturuyor. Ve hangi yaşta olursa olsun olgun olabilenler ve her zaman oyunlarında yaşayan insanlar da bir bütün oluşturuyor. Hangi takımda yer aldığınızı sizin davranışlarınız belirler. Benim seslenmek istediğim kişiler henüz büyüyemiş insanlar. Açıkçası karşısında biri ağlarken gülebilme zihniyetini çocuklar da dahil olmak üzere hiçbir canlıya yakıştıramam. Ama böyle kişilerin de olduğu gerçeği, insanlığı düşününce üzüyor. Ve seslendiğim sizler, belli ki duymuyorsunuz. Hıçkırıkları , içindeki isyanları. Göremiyorsunuz da. Akan gözyaşları bir sel oluşturuyor. Bayılmak üzere olan bu kişiyi göremiyorsunuz. Ve hissedemiyorsunuz. Bakışları anlamsızlaşmış. Kalbinde eli, hayatı sorguluyor. Peki, her şeyi kabulleniyorum. Ve soruyorum size. Her şeye rağmen ağzınızı açıp nasıl laf edebiliyorsunuz? Acıyı küçümsemek gibi bir zihniyetsizlik olur mu? Acının net bir tarifi yok ki, verebilelim. Acıların bir sıralaması yok ki, ne kadar acıttığını gösterebilelim. Oyunlarını bırakıp biraz ciddi olmalarını istediğimde nazlanacak insanlar biliyorum. Şunu öğrenmeliler ki; başkalarının acıları sizin oyununuzun bir parçası değil. Kendi köşenizde oyununuzu oynayın. Ve dua edin ki; acı sizi hiç bulmasın. Çünkü bu bir oyunu kaybetmekle aynı şey değil.

Çağla her zaman ağır konuşur, öyle değil mi? Anlayabilenlere selam olsun..

-Vildan Çağla Köstem
Diğer yazılarımda görüşmek üzere..
Yorumlarınızı bekliyorum..

Yorumlar

Adsız dedi ki…
Çok güzel yazıyorsun çağla
Adsız dedi ki…
Tek kelime ile Harika
Hülya dedi ki…
Bütün samimiyetimle söylüyorum ki ünlü bir yazarın kişisel gelişim kitabını okuyormuşum gibi hissettim.En kısa zamanda kitabını göreceğiz inşAllah
Can dedi ki…
Bi gecede oturdum ve bütün yazılarını okudum hatta bazılarını iki kez okudum çok etkilendim hep yazmaya devam et ben de hep okuyum